Osmanlı döneminde tenekecilik tümüyle el işçiliğine dayalı ve yerel özellikli bir meslek olsa da, hammadde bakımından tümüyle dışa bağımlı bir iş koluydu. Diğer pek çok sektörde olduğu gibi tenekecilik alanında faaliyet gösteren üreticiler de, işlerini sürdürebilmek için yurtdışından getirilen hammadde ve yardımcı maddelere bağımlıydılar. Teneke levhalar, en çok İngiltere’den tedarik edilmekteydi. İthal malları için ana giriş noktalarından biri olan İzmir Limanı Efrenç Gümrüğü kayıtlarına göre, 1819-1830 yılları arasında İngiliz gemileriyle gelen kalay, kurşun, demir ve çelik gibi madenler arasında “beyaz teneke” taşıyan 6 gemiden söz ediliyordu.¹ 1806 yılına ait Osmanlı-İngiliz gümrük tarifesinde, 1 sandık (220 adet) “Beyaz İngiliz Tenekesi” için 75 akçe gümrük vergisi uygulanacağı belirtiliyordu.²
1 Age, s.131.
2 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580-1838), Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1974, s.132.
1838 yılına kadar, yabancı tüccarlara verilen ayrıcalıklara ve kapitülasyon anlaşmalarına rağmen, yabancı malların Osmanlı ülkesine girişi gümrük vergisine tabiydi. Oysa 1838 yılında imzalanan Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması’yla (Baltalimanı Anlaşması) ticaretteki devlet kontrolü tamamen kaldırıldı. Serbest ticaret anlaşması hükmündeki bu anlaşmayla Osmanlı Devleti tam olarak bir açık pazar haline geldi. Bu anlaşmayla, mevcut kapitülasyonlara ek olarak, Büyük Britanya uyruklu tüccarlara ve gemilerine süresiz yeni imtiyazlar tanındı.
Malların serbest dolaşımına izin veren bu anlaşma, Osmanlı sanayisi ve küçük üreticileri üzerinde çökertici bir etki yarattı. Daha önce üretim faaliyetleri lonca düzeninde yürütülüyor ve loncalar içindeki dayanışma sayesinde üyeler mevcut zorluklara rağmen işlerini yürütebiliyorlardı. Muhtaç halde olanlara yardım etmek, yeni işyeri açanlara sermaye vermek, alet ve edevat yardımı yapmak, lonca mensupları ve özellikle çıraklar için meslek kursları düzenlemek şeklinde gerçekleşen bu yardımlar, rekabete dayalı olmayan bir düzende herkese hayat hakkı tanıyordu. Diğer yandan üretilen malların satışı da yerel ölçekte ve devletin kontrolü altında sürdürülüyordu. Oysa şimdi, Osmanlı üreticilerin dış rekabet karşısında hiçbir savunma kalkanı kalmamıştı. Bu nedenle Osmanlı ekonomisi, 1838 Ticaret Anlaşması’ndan sonra Batı’nın güçlü ticari, iktisadi ve teknolojik rekabeti karşısında fazla direnç gösteremedi.
İmparatorluğun aleyhine gelişen bu durum yıllar içinde işyerlerinin birer birer kapanıp ülkede işsizliğin artmasına ve dış ticaret dengesinin bozulmasına neden olunca, devlet yöneticileri de sanayiyi güçlendirmek amacıyla çeşitli çözüm arayışlarına girdiler. Örneğin, devlet eliyle büyük sanayi tesisleri oluşturmak bu arayışların bir sonucuydu. Ayrıca bugünkü sanayi sitelerine benzer şekilde, küçük üreticileri bir araya getiren bölgeler oluşturuldu. İstanbul’da Zeytinburnu ve Bakırköy sanayi kompleksleri, bunun örnekleriydi. Her iki bölgenin de özellikle deniz tarafındaki kısımlarında, yoğun olarak demir ve metal işleri yapan kuruluşlar yer almıştı.
Tanzimatçıların, küçük üreticilere destek olmak için devreye soktuğu bir diğer mekanizma da Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun kurulmasıydı. 1864 ortalarında kurulan komisyonun en önemli görevi, gittikçe küçülen sanayi dallarını şirketler halinde birleştirmekti. Babıâli, bu şekilde dağınık halde çalışan esnafın imkânlarını bir araya getirmeyi; dışarıdan makine ve hammadde ithal ederek seri üretime geçilmesini mümkün kılmayı; üretimin kalitesini artırmayı; Osmanlı pazarlarını ele geçirmiş olan yabancı mallara karşı güçlü bir rekabet oluşturmayı ve her sanat dalı için gerekli okullar açarak kalifiye eleman yetiştirilmesini sağlamayı amaçlıyordu.
Osmanlı’da daha önce teknik eleman ihtiyacı, lonca teşkilatı içerisinde küçük yaşta alınan çocukları geleneksel yöntemlerle yetiştirmek suretiyle karşılanıyordu. Anne babaları tarafından genellikle 8-10 yaşlarındayken bir ustanın yanına verilen çocuklar, çıraklıktan zaman içinde kalfalık ve ustalığa yükselerek sonunda kendi işyerlerini açarlardı. Tenekecilikte de durum farklı değildi. Küçük yaşta bir teneke ustasının yanında çalışmaya başlayan bir çocuk, mesleğin inceliklerini öğrenerek yetişir ve sonunda usta kademesine erişirdi. Genelde askerlik görevini tamamladıktan sonra da kendi dükkânını açardı.
Bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’nun açık bir pazar haline gelmesiyle loncaların birer birer ortadan kalkması, diğer yandan mevcut ve yeni kurulan tesislerin teknik eleman ihtiyacının artması, Tanzimat yöneticilerini özel olarak tasarlanmış sanayi mektepleri kurma düşüncesine yöneltti. Okulun özellikleri, programı, alınacak öğrencilerde aranacak şartlar, öğretim kadrosu ve mali işleyişi gibi konuları irdelemek amacıyla 1862 yılında bir komisyon oluşturuldu. Komisyonun hazırladığı 6 Ocak 1863 tarihli raporda, fiyat ve kalite yönünden yerli üretilen malların yabancılarla rekabet etme şansı bulunmadığına dikkat çekiliyor ve bir an evvel modern yöntemlerle üretim yapacak sanayi kuruluşlarının oluşturulmasının önemine dikkat çekiliyordu. Bu tesisleri çalıştıracak teknik elemanlar ise, İstanbul’da kurulacak Sanayi Mektebi’nde yetiştirilecekti. Okula her sene 88 öğrenci alınacak ve bu öğrenciler üç ana iş kolunda (maden, ahşap ve diğer) meslek eğitimine tabi tutulacaktı. Madene dayalı meslekler altında balta vb. imalatçısı; çilingir; tunç, bakır, demir dökümcüsü; çarkçı ve makinist; çelikten alet ve edevat imalatçısı; bıçak ve çakıcı; kuyumcu; silahçı ve son olarak tenekeci, kurşuncu, lehimci meslek grupları belirlenmişti. Tenekecilik için okula her yıl 4 öğrenci alınacak ve öğretim süresi 2 yıl olacaktı.
Sanayi Mektebi, gerekli kaynaklar yaratılamadığı için ancak 1868 yılında, Sultanahmet yakınlarındaki Kılıçhane mevkiinde inşa edilen binalarda eğitime başladı. Okulun ilk mensuplarını 13 yaşından küçük, fakir ve kimsesiz 50 öğrenci oluşturuyordu. Açılış nedeniyledevletin ileri gelenlerinin de hazır bulunduğu bir tören düzenlendi. Açılış konuşmasını, o sırada Şura-yı Devlet (Danıştay) Başkanı olan Mithat Paşa yaptı.
Zamanla ülke sathına yayılan sanayi mektepleri, sanayileşme konusunda önemli görevler üstlendiği gibi, bugünkü sanat okullarının da temelini oluşturdu.¹ Ne var ki zamanla eğitim sistemi bozulan ve amacından sapan okul, Ebüzziya Tevfik tarafından 1890’lı yıllarda yeniden ele alındı. Ebüzziya Tevfik, tek işlevi kimsesiz çocukları barındırmak ve karınlarını doyurmak haline gelen okulu yeniden harekete geçirmek için Fransa’dan yabancı uzmanlar getirtti. 1891’de Lusak Marangozhane Şefliğine; Fridman Tenekecilik Şubesi Şefliğine; Mister Demirhane Şefliğine; 1894’te ise Serviyer Fen Muavinliğine getirildi.²
II. Abdülhamid’in 1876’da tahta çıkmasından sonra sanayi okullarını geliştirme konusunda hız kazanan girişimler, II. Meşrutiyet döneminde de devam etti ve her bölgenin ihtiyacı olan yerel sanayiyi geliştirmek üzere vilayet sanayi mekteplerine yönelik bir talimatname hazırlandı. Bu dönemde mekteplerde, Avrupa sanat mekteplerinin programları uygulandı. Öğrenim süresi dört yıl olan okullarda birinci derecede demircilik, tornacılık, tesviyecilik, dökmecilik ve modelcilik; ikinci derecede marangozluk, doğramacılık, oymacılık ve ahşap tornacılığı; üçüncü derecede ise kunduracılık, terzilik, dokumacılık, halıcılık ve tenekecilik gibi mahalli sanatlardan bir veya iki tanesi öğretilmekteydi.³
1 Rifat Önsoy, Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları (1988), s. 119 vd.
2 Yaşar Semiz ve Recai Kuş, “Osmanlı’da Mesleki Teknik Eğitim: İstanbul Sanayi Mektebi (1869-1930)”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 15 (2004), s. 283.
3 Burcu Kurt, “Modernleşen Sanayiye Ayak Uydurmak: Osmanlı Irak’ında Kurulan Sanayi Mektepleri,” History Studies, Cilt 5, Sayı 3 (Haziran 2013), s. 156.
Tenekecilik eğitimi verilen öncü kurumlardan bir diğeri de, 1868 yılında İzmir’de kimsesiz ve yetim çocuklar için ıslahhane olarak kurulan ve 1874 yılında İzmir Mekteb-i Sanayi adını alan okuldu. Okulda coğrafya, tarih, fen, hesap gibi derslerin yanında, asıl amaç olarak çeşitli şubeler altında mesleki bilgiler veriliyordu. Okul, ilk mezunlarını 1879 yılında 16 kişi olarak verdi. 1889 yılına kadar mezun sayısı 306’ya ulaşan okul, 1891’de yeni binasına taşındı ve Hamidiye Mekteb-i Sanayi adını aldı. Okulun öğrenci sayısı 1894’te 150’ye yükseldi. Bu öğrencilerin dağılımı şu şekildeydi:
Hamidiye Mekteb-i Sanayi, döner sermaye yoluyla işletilen sınırlı bütçeye sahip bir okuldu. Gelirler giderleri karşılamıyordu. Bu nedenle 1893 yılında çıkarılan bir emirle, İzmir ve çevre il belediyeleri her yıl gelirlerinin yüzde 2’sini okula bırakmaya başladırlar. 1895 yılında eğitim yedi yıla çıktı. Parasal sorunları çözüldüğü için 1899 yılında sayısı 255’e çıkarılan öğrencilerin dağılımı şöyleydi:
1902 yılına gelindiğinde tenekeci bölümündeki öğrenci sayısı 12’ye çıkmıştır. II. Meşrutiyet döneminde öğretmen kadrosu genişletilen ve yeni meslek şubeleri açılan okuldaki asıl gelişme ise Cumhuriyet döneminde oldu. Yunan işgali sırasında bir süreliğine kapanan okul, Sanatlar Mektebi adıyla 1922’de yeniden kapılarını öğrencilere açtı. Okul, 13 Şubat 1923’te Mustafa Kemal tarafından da ziyaret edildi. Bundan sonra elektrik tesisatıyla donatılan okulun demir, tesviye, torna, teneke ve döküm atölyeleri de genişletildi. Cumhuriyet döneminde orta dereceli sanat okulu olarak varlığını koruyan okul, günümüzde “Mithat Paşa Endüstri Meslek Lisesi” adıyla faaliyetini sürdürmektedir.¹
Başka şehirlerde de meslek ve sanayi okulları bünyesinde teneke eğitimi verilen şubeler mevcuttu. Kastamonu Sanayi Mektebi, bunlardan biriydi. Kunduracılık, marangozluk, urgancılık, mescilik, terzilik ve mürettiplik bölümleriyle 1889 yılında açılan okulun programına, 1895 yılında yapılan bir değişiklikle dokumacılık, döşemecilik, demircilik ve tenekecilik bölümleri eklenmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan Aydın Sanayi Mektebi’nde de ilk günden itibaren tesviye, demircilik ve marangozluk eğitiminin yanı sıra tenekecilik eğitimi verilmekteydi.
I. Dünya Savaşı sırasında, kimsesiz çocukların korunması amacıyla kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) açtığı Kalender Ziraat Yurdu ise, bir sanayi okulu olmamasına karşın tenekecilik mesleğinin öğretildiği eğitim kurumlarından bir diğeriydi. Esas olarak ziraat eğitiminin verildiği yurda, cemiyetin Beyoğlu’ndaki misafirhanesinde kalan kimsesiz ve yetim çocuklar arasından, bu işe uygun özellikte olanlar gönderiliyordu. Çocuklara burada teorik ve pratik ziraat eğitiminin yanı sıra, yurt bünyesinde bulunan sanat ocaklarında tenekecilik, demircilik, sepetçilik, kese kâğıdı imali ve fırçacılık gibi küçük el işleri de öğretiliyordu. Bu şekilde çocuklara çiçekçilik, sebzecilik, meyvecilik ve bahçecilik yanında yeni iş olanakları da yaratılıyordu.²