Teneke Müzesi | Türk Teneke Ambalaj Tarihçesi | Önsöz
15615
page,page-id-15615,page-template-default,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,paspartu_enabled,paspartu_on_top_fixed,paspartu_on_bottom_fixed,vertical_menu_inside_paspartu,side_area_uncovered_from_content,qode-theme-ver-7.4,wpb-js-composer js-comp-ver-4.5.2,vc_responsive
 

Önsöz

Bu kitabı niçin yazdım?

 

1971 yılının son aylarında BOTAŞ’ta teknik mü­dür olarak göreve başladığımda tenekeyle ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Öğrenciliğimde çok konserve yemiştim, ama hiçbir zaman teneke nedir ve teneke kutu nasıl yapılır diye düşünmemiştim.

 

27 yaşında genç ve tecrübesiz bir makine mühen­disiydim. Şirket benden önce büyük bir yatırım kararı almıştı. Cevolani’den tam otomatik lehimli konserve kutusu hattı ve pres hattı ithal edilmiş, montajı yapılmış ve fabrikada çalışan iki ustanın İtalya’da eğitim alması sağlanmıştı. Ayrıca İngiliz Crabtree marka tek renkli ofset baskı ve laklama hattı alınmıştı. Ben işe başladığımda, Crabtree hattının İngiliz montörleri hattın montajını yapıyorlardı.

 

Şirkette benden başka mühendis ve İngilizce bilen bir teknik eleman yoktu. Zamanımın çoğu montörlere tercümanlık yaparak geçiyordu. Bir yandan da tene­ke ve teneke kutu konusunda kitap arıyordum. Fakat bu konuda hiç Türkçe kaynak bulamadım. Yabancı kitaplar getirtmek de o tarihlerde çok zordu. İnternet yoktu. İtalya’da eğitim almış ustalardan da bilgi ala­mıyordum, çünkü ustalar uzun yıllardır şirket ortağı ve genel müdür olan Erdal Bey’e bağlı çalıştıkları için araya teknik müdürün girmesini istemiyorlardı. Gö­reve başladığım gün şirketteki diğer müdürler bana, benden önceki mühendislerin ustalar tarafından “harcandığını” söylemişlerdi. Zaten yardımcı olmayacak­ları davranışlarından belliydi. Teneke konusunda yaş­lı montörlerden bilgi almaya çalışıyordum, ama onlar da yalnız baskı ve laklama konusunda bilgi verebiliyorlardı.

 

Teneke kutu ile ilgili bilgi bulmakta çok sıkıntı çekiyordum.

 

Sıkıntılarımı sonunda üst yönetime anlatabildim ve bunun sonucunda o tarihlerde Danimarka’nın en büyük teneke kutu üreticisi olan Haustrup firmasında bir ay staj yapma imkânı buldum. Kutu üretimi, baskı, lak ve bunların kalite kontrolünü bir ay gibi kısa bir sürede tam olarak öğrenmek mümkün değildi. Kon­serve kutusu, Botaş’ın en büyük üretimi olmaya aday­dı ve boya kutusu üretmek kadar basit bir iş değildi. Her şeyden önce kutular hermetik olmak zorundaydı. Bunun için de sadece kutu üreticisinin gereğini yap­ması yeterli değildi. Kutunun üst tarafının konserve fabrikasında kapatılıyor olması, onların da aynı titiz­liği göstermelerini gerektiriyordu. Eğer konserve ku­tusu şişerse (bombaj olursa), hatayı kimin yaptığını bulmak o günün şartlarında çok zordu. Hatayı yapan kutu üreticisi mi, konserve fabrikasının kapama bölü­mü elemanları mı, yoksa sterilizasyon ustası mı?

 

1970’li yıllarda konserve fabrikalarında fabrikaya gelen kutunun kalite kontrolünü yapan bölümler de yoktu. O güne kadar konserve fabrikaları kendi kutu­larını kendileri yaptıkları için, giriş aşamasında böyle bir kalite kontrolüne daha önce hiç ihtiyaç olmamıştı. Esasında, kutu kalite kontrolünün nasıl yapılacağını bilen kimse de yoktu.

 

Konserve mevsimi bezelye konservesi ile başlar diyebiliriz. Bezelye, o zamanlar sterilizasyonu en zor olan üründü. Konserve fabrikaları kışın, yaz sezo­nunda kullanacakları kutuları yapıp stoklarlardı. Bazı yıllar bezelye konservesi imal eden firmalar, bombaj (dolu konserve kutusunun şişmesi) nedeniyle yüzde 10’ları geçen oranda fire verirlerdi. Konserveciler ku­tularını kutu fabrikalarından almaya başladıktan son­ra bu firelerde ciddi düşüş sağlandı, ama bugüne göre fire oranları hâlâ yüksekti.

 

Fire oranının düşmesi önce konservecileri çok mutlu etti. Ama kısa bir süre sonra eski günler çabuk unutuldu. Konservecilere göre firenin asıl sebebi kutu fabrikalarının kalitesiz üretiminden kaynaklanıyordu. Çünkü konserve fabrikalarındaki ustalar patronları­na böyle söylüyorlardı. Bu durumda kutunun neden şiştiğini bulmak da kutu üreticisine düşüyordu. Bu nedenden dolayı, o devirde kutu fabrikalarındaki tek­nik elemanların sadece kutu yapmayı bilmesi yeterli değildi. En az bir konserveci kadar ısıl işlemi de öğ­renme zorunluluğu vardı. Bu nedenle konuyla ilgili bulabildiğim tüm kitapları okumaya başladım ve Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği ile de temasa geçtim.

 

Bu sanayide, ilk yıllarım hep araştırma ve öğren­meyle geçti. Kaliteli kutu yapmayı, tenekenin laklan­masını, üzerine baskı yapılmasını ve kalite kontrolü­nü, hata yapa yapa ve bunlardan ders çıkara çıkara öğrendim.

 

Öğrendiklerimi, öncelikle kendi elemanlarıma öğrettim. Sonra konserve fabrikaları ile yaşadığımız sorunları azaltmak için konserve fabrikalarındaki tek­nik elemanlara yöneldim. Öncelikle konserve fabrika­larında kutu dolduktan sonra üstünü kapatan ustala­ra ve kapama kalite kontrolünü yapan kalite kontrol elemanlarına eğitim vermeye başladım. Bu da yeterli olmadı. Eğitim alan elemanlar sık sık firma değiştiri­yorlardı ve yeni elemanın fırsat bulup eğitime alın­ması aylar, hatta yıllar sürebiliyordu. Bazen de eğitim almış bir eleman, zamanla bazı bildiklerini unutabili­yordu. Bu nedenle zaman zaman bilgilerini tazeleye­bilecekleri notlar olmalıydı. Mecburen eğitimler için kitapçıklar hazırlamaya başladım. Gün geçtikçe bu kitapçıklar olgunlaştı ve iyi duruma geldi. Kutu nasıl kapatılır, kalite kontrolü nasıl yapılır, kapama maki­nelerinin bakım ve ayarı nasıl gerçekleştirilir, hazırla­dığım kitapçıklarda işte bu konular ayrıntılı bir şekil­de anlatılıyordu.

 

Zaman ilerledikçe Ege Üniversitesi Gıda Mühen­disliği Bölümü’nün desteği ile seminerler organize et­meye başladık. Bu seminerlerde yalnız kutuyla ilgili konular işlenmiyordu. Onun yanında konservecileri ilgilendiren “konservelerin ısı işlemi” gibi konular da vardı. Bu vesileyle Prof. Dr. Aydın Ural Bey’i tanıdım ve kendisinin tecrübesinden çok faydalandım.

 

Botaş’ta 18 yıl çalışıp tecrübe kazandıktan sonra, artık kendi şirketimi kurma zamanı gelmişti. Yapmak isteyip de yapamadıklarımı kendi şirketimde daha kolaylıkla yapabilecektim.

 

Bunun üzerine kardeşimle birlikte güçlerimizi birleştirerek Öntaş’ı kurduk. Alınan yeni elemanları arkadaşlarımla birlikte yetiştirdik. Bu aşamada, müşterilerimizin elemanlarını eğitmek için kullandığımız kitapçığın, kendi elemanlarımızın yetiştirilmesinde yeterli olmadığı ortaya çıktı. Kitapçıkta işlenmemiş konular vardı. Eski çektiğim sıkıntıları da unutmamıştım. Bu sektöre giren gençlerin bulabilecekleri Türkçe bir kaynak hâlâ yoktu ve benim çektiğim sıkıntıları onların da çekmesini istemiyordum. Bu nedenle, Öntaş’ta çalışan değerli arkadaşlarımın da desteğiyle, çok geniş kapsamlı bir kitap hazırlığına başladım. Sonuçta, teneke ambalaj sanayiinde çalışan bütün arkadaşlara faydalı olacağına inandığım bir kitap ortaya çıktı: Teneke Kutu Teknolojisi.

Ziyaretime gelen ve kitabı gören tüm yabancı misafirlerim, kitabın ne kadar geniş kapsamlı olduğunu görüp hayretler içinde kalıyorlardı. Hayret etmekte haklıydılar. Kitabı yazarken, İngilizce ve Almanca kaynaklardan da geniş biçimde faydalanmıştım. Yabancı yayınların hepsi, o işin uzmanları tarafından tek bir konuya odaklanan ve teorik kısımları ağırlıklı olan kitaplardı. Benim kitabımdaki gibi tamamı pratiğe dönük olan benzer bir kitabı hiç görmedim ve duymadım. Bu yüzden kitabımı İngilizceye çevirip yayınlamamı isteyen de çok oldu.

 

ÖNER TENEKE AMBALAJ MAKİNA MÜZESİ

 

Avrupa’ya gittiğim zamanlar yabancıların müzelerini büyük zevk alarak geziyordum. Hemen hemen her konuda müzeleri vardı. Geçmişlerine sahip çıkmışlardı. Her şeyi değerlendirmiş olduklarını gördükçe, “Bizde bunlar neden yapılmaz?” diye hayıflanırdım. Daha sonra Koç ve Sabancı Müzelerini görünce, teneke ambalaj konusunda geçmişimize nasıl sahip çıkabilirim, bu sektörü Türkiye’de kuran büyüklerimizin kullandığı makine, kalıp ve aletlerin dökümhanelere gitmesini nasıl engellerim diye düşünmeye başladım. İleriki yıllarda gençlerimize, atalarının nasıl kutu yaptığını anlatmak istiyordum. Bu nedenle bir müze kurmaya ve Türk teneke ambalaj tarihi ile ilgili bir kitap yazmaya karar verdim.

 

Bir gün özel bir işim için bir demirciye gittiğimde, bir köşeye atılmış makineler gördüm. Bir tanesi dikkatimi çekti. Kutu üretiminde kullanılmış basit bir kenar açma makinesiydi. İlk olarak onu satın aldım. Ondan sonra gördüğüm, kullanılmayan eski model kutu makinelerini toplamaya başladım. Kartal Teneke fabrikasını ziyaret ettiğim zamanlar, onların merdiven sahanlıklarında, koridorlarında duran bakımlı vaziyetteki eski kutu makineleri çok hoşuma giderdi. Kartal Teneke’nin kapandığını duyunca çok üzüldüm. Sektörün en eski firmasının kapısına kilit vurması çok üzücü bir olaydı. Hiç değilse orada gördüğüm eski makinelerin dökümhanelere gitmesine mani olmalıydım. Bu nedenle o makineleri de aldım. Ufak da olsa bir müze kurmak için yeterli makine toplandığında, fabrikanın bir bölümünü bu işe ayırdık. Bundan sonrasını oğlum takip edip bize güzel bir müze kazandırdı ve internette bir site açtı. Sektörde böyle bir müzenin açıldığını duyan meslektaşlarımızın müzeye katkılarını sevinçle karşıladık.

2000’li yılların başında Türk ambalaj sanayiinin tarihçesi ile ilgili yazacağım kitap için bilgi ve belge toplamaya başladım. İlk olarak o tarihlerde sağ olan Yel Teneke’nin kurucusu Lütfü Yeşilel ve Sezeniş’in kurucusu Refik Sezeniş ile yazıştım. İlk bilgi ve dokümanları onlardan temin ettim. On yıla yakın bir süre bilgi ve belge topladıktan sonra, kitabın yazımına başladım.

Elinizde tuttuğunuz bu kitap, uzun yıllarımı verdiğim teneke ambalaj sektörünün geçmişten bugüne uzanan hikâyesini içermektedir. Kitabı yazarken sektöre dair en küçük bir ayrıntıyı dahi kaçırmamaya çalışarak, çok farklı kaynaklardan bilgileri bir araya getirmeye çalıştım. Fakat eskiye sahip çıkma ve kayıt tutma alışkanlığının Türkiye’de maalesef fazla gelişmemiş olması nedeniyle, özellikle geçmişte faaliyet gösteren firmaların bilgilerine eksiksiz ulaşabildiğimizi söylemem mümkün değil. Eskiden sektöre şekil veren girişimlerin genellikle birkaç kişiden oluşan küçük atölyeler ve fazla uzun ömürlü olmayan aile işletmelerinden oluşması da, bunlar hakkında sağlıklı bilgilere erişilmesini güçleştirmiştir. Bu zorluklardan kaynaklanan eksiklerin hoşgörüyle karşılanmasını ümit ediyorum. Bu kitabın, nesiller boyunca ustadan çırağa geçen bir meslekle ilgili, kaybolmaya yüz tutmuş bilgilerin sonraki nesillere taşınmasına bir katkı sağlayacağını ümit ediyorum.

 

Keyifli okumalar dileğimle,
A. Ercan Öner
İzmir, 2014

 

         book     next

Önceki  –  İçindekiler  –   Sonraki